31 Temmuz 2007 Salı

kıyafet sorunu- incesaz

Çocukluğum dahil hiçbir zaman gelinlik merakım olmadı. Ahh bir gün bende gelinlik giysem demedim. Arkadaşlarım gibi bir gelinlikçinin yanından geçerken hayalimdeki gelinliği anlatmadım. Gelinlik merakım olmadığı gibi düğün merakım da olmadı. Hatta basit bir nikahla meselenin halledilebileceğini düşündüm. O nedenle düğün çalgı salon hadiselerini bir türlü sevemiyorum. Ne zaman gitsem düğünlere hep bir memnuniyetsizlik havası sezinliyorum. Kız tarafı erkek tarafını beğenmez. Onlar kız tarafını beğenmez derken bir garip atmosfer oluşur salonda.
Kısa bir süre sonra kuzenimin düğünü olacak. Yakın akrabamız olduğu için yeni düğünlük!!! kıyafetler almam gerekiyor. Kapitalist sistemin gönüllü kurbanı olarak sadece kıyafet değil her türlü alış-verişi çok seviyorum. Lakin ne zaman zorunluluk ve özel günler için alış verişe gitsem eli boş dönüyor, mağazalarda uygun hiçbir giysi bulamıyorum.
Öğlen saatlerinde eski okulumda ki öğretmen arkadaşlarımla Kadıköy’de buluşup mağaza mağaza dolaşmaya başladık. Bugün almak konusunda kararlı olduğum için bir dolu kıyafet denedim. En sonunda siyah beyaz elbise aldım. Eve gelip denediğimde ise hiç beğenmediğimi ve yakışmadığımı fark ettim. Oyy oyy ne işkence böyle yaaaa. Neyse yarın şansımı tekrar deneyeceğim. Hadi hayırlısı.

Bütün bunlar bana göre günün olumsuz bölümleri idi. Ama öyle devam etmedi tabi. Kadıköy’e gitmişken kitapçıları kolaçan etmeden dönecek değildim. Alkım’a olan taksit ödemesini fırsat bilerek kitap alemine doğru dikey bir geçiş yaptık. Kitap almadım ama bir süredir aklımda olan İncesaz’ınmazi kalbimde” isimli albümünü aldım. Bana göre grubun en iyi albümü bu olmuş. Eve gelince hemen dinlemeye başladım. 4. eser “turkuaz’ı” daha evvel farklı zamanlar dinlemiştim. Bu eser bile albümü almak için yeter bir sebep aslında.











30 Temmuz 2007 Pazartesi

anadolu yakası gezi turu 2


Anne kuş bir süreliğine Amasya, Bursa ve Artvin semalarında uçmaya karar verdiği için evin hanımı birden bire ben oluverdim. Açıkçası annemin evde olduğu dönemlerde çokça tembellik yaparken tek kalınca hiçbir işi aksatmaz hale geldim. Demek gizli bir potansiyel varmış bende. :)
Temizlik, yemek derken (tam ev hanımı üslubu) gün bir anda bitiveriyor. yine de gezme aşkımı böyle evin hanımı durumları etkileyemeyeceği için Pazar günü işlerimi erkenden bitirip ağabeyimle birlikte Anadolu yakası gezi turuna çıktık. Daha evvel Vaniköy’den başlayıp, Kandilli kız lisesi istikametinde devam etmiş ve Anadolu hisarında turumuza son vermiştik. Bu defa kaldığımız yerden başlayalım istedik. Evvela Anadolu Hisarı'ndan Kavacık'a çıkacak ardından yürüyerek Hıdiv Kasrına gidecektik. (offf off yakın yer değil ki)

Anadolu Hisarı’na geldiğimizde yokuşları tırmanmadan evvel ağabeyim hadi "Küçüksu Kasrı'nı" bir görelim dedi. Boğazın karşı yakasından özellikle Rumeli Hisarı'ndan narin bir gelin gibi görünen(Ayy benzetmelerde yaparmışım. üniversitede o kadar edebiyat bölüm derslerine girdim olsun o kadar.) "Küçüksu Kasrı" benimde merak ettiğim bir müzeydi. Pazar günleri halk günü olduğu için kişi başı 2 ytl vererek içeri girdik. Ön cephesi muazzam bir şeklide süslenmiş olan kasır Padişah Abdülmecit zamanında Av köşkü olarak inşa edilmiş. (düşünsenize İstanbul’un o bölgesine avlanmak için gidilirmiş. İnsan şimdi hayalini bile kuramıyor. ) Günü birlik kullanıldığı için yatak odaları yapılmamış. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde birkaç defa Atatürk tarafından ve Yabancı devlet adamlarının kalması için kullanılmış. Küçükçük bir kasır olasına rağmen tavan ve dış cephe işlemeleri bizim ağzımızı açık bıraktı.

"Küçüksu Kasr'ının ardından sokak turumuzu başlattık Hemen hisarın arka duvarının yanındaki minicik yoldan tırmanışa geçtik. Yeşilin bin bir çeşidi ve eski binalar bizi karşıladı. Ağustos ayı geldiği için yol kenarlarındaki böğürtlenlerin yetişmeye başladığını fark ettik. Bir iki tane kopartıp tadına baktık. (Henüz daha tam olgunlaşmadıkları için biraz ekşiydiler)
Rüya aleminde yolculuk yapar gibi ilerledik sokaklarda. Ardından hiç tahmin bile etmediğimiz bir anda karşımıza "Güzelce cafe" çıktı. Nedir neresidir deyip giriverdik kapısından.Aman Allah’ım bu ne güzel bir Cafe böyle :))

Romantik bir yoldan ilerledikve boğaz manzarası karşıladı bizi.

Cafe deyince akla küçük bir mekan geliyor fakat burası oldukça geniş bir alana yayılmış (sahipleri yüklüce bir mebla ödemiş olmalılar). Rumeli Hisarı karşı manzara olunca çay içmek çok keyifli olur diye düşündük (Ama içmedik. daha gidilecek o kadar yer varken çay neyimize). Cafe oldukça kalabalıktı. Ehh dedik bütün İstanbul biliyormuş burayı da bir bizim haberimiz yokmuş. Birde hafta içi gitmek lazım, daha tenha ve güzel olur.

"Güzelce Cafe'de" daha fazla oyalanmayarak turumuza kaldığımız terden devam ettik. Bu arada gücümüzü toplamak için birer magnum almayı ihmal etmedik. Yaklaşık yarım saatlik (daha fazlada olabilir saate bakmadım.) yürümenin ardından Hıdiv kasrına ulaşabildik.(aman çok şükür bir ara hiç ulaşamıcaz sanmıştım.)

Zaten vakitte bir hayli geç olmuştu. Çok kalabalık olduğu halde denize karşı bir masa bularak karnımızı doyurmaya karar verdik. Yan masadan kopya çekip bizde onlar gibi patetes kızatması ve sandviç ısmarladık. Kalkarken gelen ücret ise yüzümüzü hiç kızartmadı. Öylesi bir yer için oldukça makul fiyata sahip.

bu fotoğrafımı fotokritikte yayınladım :)

yazmak, nefes almak

Yazmak, nefes almak.
Yazdığım müddetçe nefes alıyor, arınıyor ve rahatlıyorum. Zihnimdekiler boşlukta yok olmayıp belli bir yerde depolanıyor sanki. İşte bu nedenle blog tutuyorum. Bir yıldır devam eden bir meşgale blogta yazmak. İlk başlarda devamlı olabileceğimi düşünmemiştim nede olsa defalarca günlük tutmaya çalışmış ama başarısız olmuştum. Fakat artık iyi biliyorum ki blog sadece sanal bir günlük değil, paylaşım ortamı. Günlük tek kişilik bir oyun gibi oysa blog, sosyal bir birey olan insanın başkaları ile iletişim kurma çabası.

Sanal günlükler pek kişi tarafından yoğun olarak eleştiriliyor. Oysa ben sanal günlüklerin değişen dünyamızda farklı pencere açtığını düşünüyorum. Bir zamanlar insanlar dumanla anlaşır ve birbirlerine haber gönderirken günümüzde artık teknolojinin etkisiyle pc’leri kullanıyor ve onun getirdiği imkanlar dahilinde bloglar tutuyoruz.