
Bu haftanın K dergisinde Asuman Kafaoğlu-Büke’nin kaleme aldığı yazı Edward Hopper ile ilgili. Kafaoğlu, yalnız bir kadının resmedildiği Hopper tablosu hakkında analiz sunar kaarilerine. Tablonun ismi “Otel odası” dır. Küçük bir otel odasında kıyafetlerini çıkartmış olan bir kadın yatağa oturmuş elindeki kağıdı okumaktadır. Bir yanlızlık vardır lakin bu işte. Resme baktıkça hayalimizde canlandırız genç kadını. Zaten umutsuzluğunu, terk edilmişliğini fark edip ürpeririz bir anda. Kafaoğlu yazısında, genç kadının elinde sevgilisinin ayrılık mektubunu tuttuğuna, başka şehirden onun için gelmiş olmasına karşın terk edilmiş olduğuna dair bir hikayenin zihninde belirdiğini ifade eder.

Eserlerinin konusunu genellikle şehir hayatı ve bu hayatın yalnız insanları oluşturuyor. Şehrin tüm karmaşası kalabalıklığı içinde yer alan insanların yüreğe dokunan yalnızlığı. Terk edilmişlik hissi. Her bir tablo ayrı bir hikaye aslında. Uzun uzun inceleyip acıklı hikayeler yazmak mümkün.

7 yorum:
Hooper'ı ben de çoook yıllar önce seyrettiğim bir belgesel sayesinde keşfetmiştim. Bir trenle veya araba ile seyahat ederken bazen ışık yanan bir pencerede bir evin içini görürsün ya bir anlığına. Ve garip bir biçimde o evde yaşayan kişi, yalnızlığı, neşesi, hüznü hakkında bir fikir edinirsin. İşte o bir an içinde görülen görüntüyü beynine nakledip resmetmiş gibi resimleri. Belgeselde ressamın gerçekten de seyahat etmeyi ve pencerelerden görüntü yakalamayı sevdiğinden bahsediliyordu hatırladığım kadarıyla.
Bursa'da Gölyazı köyüne gitmenizi öneririm. Ben haftasonu Bursa dışında olucam :( http://bursadayasam.blogcu.com/313678/ adresinde biraz bilgi var. Daha başka bir öneri Umurbey Köyü olabilir (ben yıllardır görmedim ) http://bursadayasam.blogcu.com/Koyler/page6
selam..bugün ve yarı izinliyim..bloguna kardeşimde olduğum için bakabiliyorum.ve sen de bana mail atmışsın az önce gördüm:) çok teşekkürler..blogun çok hoş olmuş.. :)
K'yı okumayı ben de çok seviyorum, ama bak bu sayısını almayı atladım. Bugün alayım bari... En sevdiğim sayfalardan birini aktarmışsın üstelik.
Sevgili Bayüzkedim, Atalet de blogspota geçti. Daphne ve renklipamuklar'dan bana da yoğun baskı var blogcu'yu terk etmem konusunda ama yok. Üç yılı geçecek buradalım. Her blog evim gibi oldu. Bu sıra işim çok olduğu için uğrayamamıştım, birkaç kez yazı yazabildim, onları da ekleyemeyince sinir oldum açıkçası fakat hala blogcu'da kalacağım. Sana uğrarım. Sevgiler
"şehir hayatı, bu hayatın yalnız insanları" cümlesini okuyunca aklıma Feridun Düzağaç geldi... Kendisi de aynı temayı müzikle işler ve bu yüzden kent ozanı diye anılır...
Hayirli olsun yeni blogun. Tebdili mekanda ferahlik vardir demisler, degil mi? Ben de dusunmuyor degilim tasinmayi ama artik Luanda'ya donuste gerceklestirebilirim artik. Fotograf konusu benim icin de cok onemli. Blogcunun fotograf kapasitesini 8 ayda neredeyse doldurdum. Sevgiler, figoltx...
Hooper değil, Edward Hopper!!
Edward Hooper'ı keşfetmiş bir blog yazraı görmek çok güzel. Fazla söze ne hacet! Keşke, sanatta kör ilericliği rehber edinenler, ona bakıp da figüratif resmin "çağdaş" insana nasıl da tercüman olabildiğini görebilseler. Umarım blog devam ediyordur?
Yorum Gönder